Edirne, tarihten bugüne birçok önemli şahsiyeti bağrında yetiştirmiş verimli topraklara sahip… Edirne’de doğan, büyüyen ve yetişen sanat, siyaset, spor ve edebiyat gibi birçok alanda dönemine damga vuran isimlerden bir tanesi de Edirneli Nakkaş Levnî. Lale Devri’nin güzelliklerini şiirde Nedim’den duyarken minyatürde de Levnî’nin eşsiz eserlerinden izleriz. Belki de birçoğumuzun ismini dahi bilmediği bu büyük sanatkârı, Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Gülgün Yılmaz ile konuştuk…
Sultan III. Ahmed’in 1703 yılında başlayan saltanatının Nevşehirli Damat İbrahim Paşa sadaretinde geçen ikinci yarısını yani 1718-1730 yılları arasının “Lale Devri” olarak adlandırıldığını ve bu adlandırmanın ilk defa Tarihçi Ahmet Refik tarafından (Altınay) 1913 yılında İkdam Gazetesi’nde yayımlanan bir makalesinde geçtiğini ifade eden Prof. Dr. Gülgün Yılmaz, Lale Devri tarihinden de kısaca bahsetti. III. Ahmed devrinde Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa ile ilişkileri yoğunlaştırdığına, 1721-1722 yıllarında Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin elçilik göreviyle Fransa’ya yollandığını söyleyen Prof. Dr. Yılmaz, Çelebi Mehmed’in sefaretnamesinde Avrupa ve saray yaşantısına dair gözlemlerini aktardığını ifade etti. Avrupa etkilerinin Osmanlı topraklarına girmesinde Çelebi Mehmed’in gezisi, Fransız saray ve bahçelerini öven mektupları ve beraberinde getirdiği resim ve kitapların bir dönüm noktası olduğunu ifade eden Prof. Dr. Gülgün Yılmaz, bu gezi neticesinde matbaanın kurulma sürecinin de hızlandığını belirtti.
Avrupa ve Osmanlı’nın etkileşimlerinin karşılıklı olduğunu, Fransa’da 1721-1742 yılları arasında Turquerie yani “Türk modası”nın yoğunluk kazandığını, Jean-Baptiste van Mour’un resimlerine yansıyan Osmanlı saray hayatının buna örnek olduğunu belirten Prof. Dr. Gülgün Yılmaz, Batı resmi ile Osmanlı tasvir sanatı arasındaki etkileşimin örneği olarak Nakkaş Levnî ile Jean Baptiste van Mour’un resimlerindeki benzer konu ve motiflere dikkat çekti.
Batı ressamlarını dahi etkileyen bu büyük sanatkârın asıl adının Abdülcelil Çelebi olduğunu ama renkli anlamına gelen Levnî mahlasını kullandığını ifade eden Prof. Dr. Gülgün Yılmaz, “Doğum yeri kesin olarak bilinmemekle beraber, kayıtlardan öğrenildiği kadarıyla genç yaşta Edirne’den İstanbul’a gelerek saray nakkaşhanesine müzehhip yani tezhip ustası olarak girmiştir. Önceleri Osmanlı tasvir sanatının önemli bir kolunu oluşturan saz üslubunda çalışmış, sonra minyatür yapmaya başlamıştır. Levnî’nin daha Sultan II. Mustafa zamanında (1695–1703) Edirne Sarayı’nda çalışmaya başladığı ve burada tanınmış bir nakkaş olduğu kaynaklarda yer alan bilgiler arasındadır. Sultan III. Ahmed, 22 Eylül 1703’te tahta çıkışından, Pasarofça Anlaşması’nın imzalandığı 1718 yılına kadar birçok kez Edirne’de bulunmuş ancak bu tarihten sonra İstanbul’a yerleşmiştir. Araştırmacılar, Levnî’nin 1718 yılında III. Ahmed ile birlikte Edirne’den Topkapı Sarayı’na gelmiş olabileceğini ve bu tarihten itibaren saray nakkaşhanesinde çalışmaya başlayarak çok önemli eserlere imzasını atmış olduğunu belirtir. Levnî sadece bir nakkaş değil aynı zamanda usta bir şairdir. Sanatsever bir sultan olan III. Ahmed’in sohbet meclislerinde edebiyatçı yönüyle de kendini gösterdiği bilinir nakkaş Levnî’nin.” dedi.
Levnî’nin İstanbul’a geldikten sonra gerçekleştirdiği bilinen ilk önemli eserinin Osman Gazi’den başlayarak III. Ahmed de dahil 23 padişahın portresini içeren Kebir Musavver Silsilenâme adlı padişah portreleri albümü olduğunu ifade eden Prof. Dr. Gülgün Yılmaz “Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde korunan albümde Osmanlı padişahları, saltanat sıralarına göre yer almakta, bilinen fizyolojik özellikleri yansıtılarak, bağdaş kurmuş şekilde işlemeli minderlere dayanmış otururken gösterilmektedir. Figürlerin arkasında gölge ve ışık denemeleri gösteren ve mekâna derinlik duygusu katan perdeler asılıdır. Albümün son portresinde III. Ahmed, diğer padişahlardan farklı olarak görkemli bir taht üzerinde ve huzuruna çıkmış olan şehzadesi ile birlikte resmedilmiştir. Bundan ötürü araştırmacılar albümün 1720’li yıllarda yapılmış olması gerektiğini söylerler.” dedi.
Levnî’nin Osmanlı tarihine ışık tutan, saray için yapmış olduğu bir diğer büyük eserinin kadın ve erkek figürlerini işlediği 1720-30 tarihli kıyafet albümü olduğunu belirten Prof. Dr. Gülgün Yılmaz, bu eserinde Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde yer aldığını ve herhangi bir metne bağlı olmayan 46 adet resmin olduğunu belirtti. Albüm içerisinde toplumun etnik ve sosyal çeşitliliğini de yansıtan tek ve tam boy 21 erkek ve 20 kadın portresine yer verildiğini ifade eden Prof. Dr. Yılmaz “Kadın sazendeler gibi konuların işlendiği grup portreler de albümde yer almaktadır. Figürler, üstte köşebentlerle çerçevelenmiş ve birçoğunun isim veya meslekleri yazıyla belirtilmiştir. Resimler 18. yüzyıl giyim-kuşam özellikleri, saç ve başlık modelleri, kumaş desenleri gibi birçok ayrıntıyı belgelerken geçmişin keyifli yaşantısından renkli sahneler sunar. Albüm içerisindeki farklı statüdeki figürler arasında çengiler, çağalar, peykler, bostancılar, Acemler, dervişler ve Avrupalı tiplemeler bulunmaktadır. Bazen ayakta, kimi zaman sarığını sararken, eteğini tutarken, gül koklarken, saçlarını toplarken veya çakırkeyif vaziyette uzanırken görülürler.” şeklinde konuştu.
Levnî tarafından resimlenen bir diğer önemli eserin dönemin ünlü şairi Seyyid Vehbi tarafından kaleme alınan Topkapı Sarayı Müzesi III. Ahmed Kitaplığı’na kayıtlı Surnâme-i Vehbi adlı eser olduğunu ifade eden Prof. Dr. Yılmaz “Surname düğün günlüğüdür. III. Ahmed’in 1719 yılında şehzadeleri Süleyman, Mehmed, Mustafa ve Bayezid için yaptırmış olduğu on beş gün süren sünnet düğünü şenliklerini anlatır. Eserde sünnet kutlamaları için yapılan şölenler, kabul törenleri, gösteriler, esnaf loncalarının geçişi, havai fişek oyunları, Haliç’te sal üstünde yapılan eğlenceler günü gününe çift sayfa 137 minyatürle anlatılmıştır. Eser sadece söz konusu sünnet düğününü adeta bir çizgi roman gibi anlatmakla kalmaz, aynı zamanda Lale Devri İstanbul’una, toplumsal yapısına, eğlence anlayışına, mimarisine, yeme içme alışkanlıklarına, saray protokolüne adeta ayna tutar ve o günleri günümüze taşır.” dedi.
Levnî’nin fırçasını ustalıkla kullanan titiz bir sanatçı olduğunu söyleyen Prof. Dr. Gülgün Yılmaz konuşmasını şu cümlelerle sonlandırdı. “Levnî, hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan aktaran müthiş bir gözlemci, Osmanlı tasvir sanatına farklı bir üslup kazandıran bir yenilikçidir. Bu toprakların yetiştirdiği sayısız dehadan biridir. Bizi biz yapan, tarihimizin tanıklık ettiği dönemini günümüze aktaran; sanatın incelttiği ruhuyla, gözlemlerini yansıtma gücüyle, yeni denemelere açık cesaretiyle, farklı kaynaklardan beslenen zekâsıyla ölümsüzleşen bir deha…”
Sultan III. Ahmed’in 1703 yılında başlayan saltanatının Nevşehirli Damat İbrahim Paşa sadaretinde geçen ikinci yarısını yani 1718-1730 yılları arasının “Lale Devri” olarak adlandırıldığını ve bu adlandırmanın ilk defa Tarihçi Ahmet Refik tarafından (Altınay) 1913 yılında İkdam Gazetesi’nde yayımlanan bir makalesinde geçtiğini ifade eden Prof. Dr. Gülgün Yılmaz, Lale Devri tarihinden de kısaca bahsetti. III. Ahmed devrinde Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa ile ilişkileri yoğunlaştırdığına, 1721-1722 yıllarında Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin elçilik göreviyle Fransa’ya yollandığını söyleyen Prof. Dr. Yılmaz, Çelebi Mehmed’in sefaretnamesinde Avrupa ve saray yaşantısına dair gözlemlerini aktardığını ifade etti. Avrupa etkilerinin Osmanlı topraklarına girmesinde Çelebi Mehmed’in gezisi, Fransız saray ve bahçelerini öven mektupları ve beraberinde getirdiği resim ve kitapların bir dönüm noktası olduğunu ifade eden Prof. Dr. Gülgün Yılmaz, bu gezi neticesinde matbaanın kurulma sürecinin de hızlandığını belirtti.
Avrupa ve Osmanlı’nın etkileşimlerinin karşılıklı olduğunu, Fransa’da 1721-1742 yılları arasında Turquerie yani “Türk modası”nın yoğunluk kazandığını, Jean-Baptiste van Mour’un resimlerine yansıyan Osmanlı saray hayatının buna örnek olduğunu belirten Prof. Dr. Gülgün Yılmaz, Batı resmi ile Osmanlı tasvir sanatı arasındaki etkileşimin örneği olarak Nakkaş Levnî ile Jean Baptiste van Mour’un resimlerindeki benzer konu ve motiflere dikkat çekti.
Batı ressamlarını dahi etkileyen bu büyük sanatkârın asıl adının Abdülcelil Çelebi olduğunu ama renkli anlamına gelen Levnî mahlasını kullandığını ifade eden Prof. Dr. Gülgün Yılmaz, “Doğum yeri kesin olarak bilinmemekle beraber, kayıtlardan öğrenildiği kadarıyla genç yaşta Edirne’den İstanbul’a gelerek saray nakkaşhanesine müzehhip yani tezhip ustası olarak girmiştir. Önceleri Osmanlı tasvir sanatının önemli bir kolunu oluşturan saz üslubunda çalışmış, sonra minyatür yapmaya başlamıştır. Levnî’nin daha Sultan II. Mustafa zamanında (1695–1703) Edirne Sarayı’nda çalışmaya başladığı ve burada tanınmış bir nakkaş olduğu kaynaklarda yer alan bilgiler arasındadır. Sultan III. Ahmed, 22 Eylül 1703’te tahta çıkışından, Pasarofça Anlaşması’nın imzalandığı 1718 yılına kadar birçok kez Edirne’de bulunmuş ancak bu tarihten sonra İstanbul’a yerleşmiştir. Araştırmacılar, Levnî’nin 1718 yılında III. Ahmed ile birlikte Edirne’den Topkapı Sarayı’na gelmiş olabileceğini ve bu tarihten itibaren saray nakkaşhanesinde çalışmaya başlayarak çok önemli eserlere imzasını atmış olduğunu belirtir. Levnî sadece bir nakkaş değil aynı zamanda usta bir şairdir. Sanatsever bir sultan olan III. Ahmed’in sohbet meclislerinde edebiyatçı yönüyle de kendini gösterdiği bilinir nakkaş Levnî’nin.” dedi.
Levnî’nin İstanbul’a geldikten sonra gerçekleştirdiği bilinen ilk önemli eserinin Osman Gazi’den başlayarak III. Ahmed de dahil 23 padişahın portresini içeren Kebir Musavver Silsilenâme adlı padişah portreleri albümü olduğunu ifade eden Prof. Dr. Gülgün Yılmaz “Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde korunan albümde Osmanlı padişahları, saltanat sıralarına göre yer almakta, bilinen fizyolojik özellikleri yansıtılarak, bağdaş kurmuş şekilde işlemeli minderlere dayanmış otururken gösterilmektedir. Figürlerin arkasında gölge ve ışık denemeleri gösteren ve mekâna derinlik duygusu katan perdeler asılıdır. Albümün son portresinde III. Ahmed, diğer padişahlardan farklı olarak görkemli bir taht üzerinde ve huzuruna çıkmış olan şehzadesi ile birlikte resmedilmiştir. Bundan ötürü araştırmacılar albümün 1720’li yıllarda yapılmış olması gerektiğini söylerler.” dedi.
Levnî’nin Osmanlı tarihine ışık tutan, saray için yapmış olduğu bir diğer büyük eserinin kadın ve erkek figürlerini işlediği 1720-30 tarihli kıyafet albümü olduğunu belirten Prof. Dr. Gülgün Yılmaz, bu eserinde Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde yer aldığını ve herhangi bir metne bağlı olmayan 46 adet resmin olduğunu belirtti. Albüm içerisinde toplumun etnik ve sosyal çeşitliliğini de yansıtan tek ve tam boy 21 erkek ve 20 kadın portresine yer verildiğini ifade eden Prof. Dr. Yılmaz “Kadın sazendeler gibi konuların işlendiği grup portreler de albümde yer almaktadır. Figürler, üstte köşebentlerle çerçevelenmiş ve birçoğunun isim veya meslekleri yazıyla belirtilmiştir. Resimler 18. yüzyıl giyim-kuşam özellikleri, saç ve başlık modelleri, kumaş desenleri gibi birçok ayrıntıyı belgelerken geçmişin keyifli yaşantısından renkli sahneler sunar. Albüm içerisindeki farklı statüdeki figürler arasında çengiler, çağalar, peykler, bostancılar, Acemler, dervişler ve Avrupalı tiplemeler bulunmaktadır. Bazen ayakta, kimi zaman sarığını sararken, eteğini tutarken, gül koklarken, saçlarını toplarken veya çakırkeyif vaziyette uzanırken görülürler.” şeklinde konuştu.
Levnî tarafından resimlenen bir diğer önemli eserin dönemin ünlü şairi Seyyid Vehbi tarafından kaleme alınan Topkapı Sarayı Müzesi III. Ahmed Kitaplığı’na kayıtlı Surnâme-i Vehbi adlı eser olduğunu ifade eden Prof. Dr. Yılmaz “Surname düğün günlüğüdür. III. Ahmed’in 1719 yılında şehzadeleri Süleyman, Mehmed, Mustafa ve Bayezid için yaptırmış olduğu on beş gün süren sünnet düğünü şenliklerini anlatır. Eserde sünnet kutlamaları için yapılan şölenler, kabul törenleri, gösteriler, esnaf loncalarının geçişi, havai fişek oyunları, Haliç’te sal üstünde yapılan eğlenceler günü gününe çift sayfa 137 minyatürle anlatılmıştır. Eser sadece söz konusu sünnet düğününü adeta bir çizgi roman gibi anlatmakla kalmaz, aynı zamanda Lale Devri İstanbul’una, toplumsal yapısına, eğlence anlayışına, mimarisine, yeme içme alışkanlıklarına, saray protokolüne adeta ayna tutar ve o günleri günümüze taşır.” dedi.
Levnî’nin fırçasını ustalıkla kullanan titiz bir sanatçı olduğunu söyleyen Prof. Dr. Gülgün Yılmaz konuşmasını şu cümlelerle sonlandırdı. “Levnî, hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan aktaran müthiş bir gözlemci, Osmanlı tasvir sanatına farklı bir üslup kazandıran bir yenilikçidir. Bu toprakların yetiştirdiği sayısız dehadan biridir. Bizi biz yapan, tarihimizin tanıklık ettiği dönemini günümüze aktaran; sanatın incelttiği ruhuyla, gözlemlerini yansıtma gücüyle, yeni denemelere açık cesaretiyle, farklı kaynaklardan beslenen zekâsıyla ölümsüzleşen bir deha…”
Bu içerik 03.06.2020 tarihinde yayınlandı ve toplam 1083 kez okundu.